Benim mi Senin Mi?..


Kitlesel hareketler demokratik toplumların olmazsa olmazlarından olarak görülür ama her nedense hiçbir devlet yapısı ve ya kuruluşu tahammül edemez. En basitinden bir grev devletin arzu ettiğinden(buyurduğundan) uzun sürerse en “tatlı” şekilde bastırılır. Her ne kadar demokrasiye fazlaca inanmasam da bu toplanma ve müdahale durumunu kendi içerisinde değerlendirmek gerekir diye düşünüyorum. Bir nevi anlaşılacak dilden konuşmak gibi.
Grup ne zaman tehlikeli olmaya başlar(demokrasi sevdalıları için söylüyorum) ya da tehlikeli görülmesi gerekir; çoğunluk avantajını sosyal haklarının dışında, kişisel çıkarlar ve toplumun geri kalanı için mantıksız olan isteklerin gerçekleşmesi amacıyla kullandığı zaman. (toplumsal yaşam böyle bir şey, mantıksız istekler ve kişisel çıkarlar gayet tartışmaya açıktır ama gözümüz yorulmasın)
Aynı şekilde toplum olma bilinci bu sosyal hakların eşit dağıtılmasına ve dağıtılması için çaba sarf etmeye dayanır. Başkası içinde bu kuralların geçerli olabileceğini (her ne kadar istemesek de, aynı haklara sahip olduğunu kabullenmeyi) kabullenmeyi getirir. Yani kısaca haklara saygı göstermeyi. Şimdi işin kafa yorulması gereken kısmı şu bana göre; Giderek güçlenen bir grubun isteklerini yaptırımlarını nasıl kontrol edebileceksiniz. Belirli bir konuma gelen ve konumu dolayısıyla doğal olarak (demokratik olarak yani oy çokluğu vs. açısından) daha demokratik haklara sahip olan bir grubu nasıl denetim altına alacaksınız? Aynı şekilde kendiniz ve ya grubunuz için talep ettiğiniz hakların, aynı zamanda diğer grupların talep ettiği haklarla eşit olduğunu, onlarında hakkı olduğunu hangi güç size söyleyecek ve inandırabilecek?
Bu çerçevede minare yasağı konusuna gelmek istiyorum. Bu uzun açıklama ve sorulardan sonra söylemek istediğim şey sanırım daha iyi anlaşılacak. Bu karar bizim memlekette de en demokratik yol olarak söylenen referandumla alındı değil mi? Vakti zamanında iktidarlarında seçimlerin referandumla yapılması isteğini ve karşı çıkanlara da demokrasiden korkmayın dediğini anımsayın. Aynı şekilde yeniden düzenlenen yasalarla suçlu ve şüpheli kavramlarının daha kısıtlayıcı ve neredeyse kesin çizgilerle belirlendiğini hatırlayın. Ergenekon denen davaya şüpheli olarak alınma bahaneleri “toplum ve devlet yapısına karşı suç işleme olasılığı olan” gibi bir tabire kadar indirildi. Aynı şekilde bunun başka ülkelerde de hem de referandum gibi “demokratik” bir yola alınabileceğini aklınıza getirin. Yani burada bir saygısızlık yok gibi duruyor. Yurtiçinde bize dayatılan şeylerin aynısı, aynı mantıkla yani toplumsal karar başlığı altında, toplumun ortak kararı adı altında nasıl yapılıyorsa orada olan durumda aynı. Biz burada ne yapıyorsak aynısını orada da yapıyorlar ve biz rahatsızlık duyuyoruz.
Şu an kimi çevreler üzerinde yapılan kontrol orada da Müslümanlar için yapılıyor. Biz yurtiçinde nasıl bunu sorgulayamıyorsak, nasıl tehlikeli tehlike ne diyemiyorsak, kafadan içeri alıp suç arıyorsak aynısını orada da yapıyorlar. Demek ki burada yapılanlar gibi, sadece Ergenekon meselesi değil daha önceden gerçekleşmiş yerel ve ulusal olaylara da dikkat edin, adamlar bir şeyleri tehlikeli bulmuş ki bunu talep ediyorlar, çoğunluk olarak. Dönüp dolaşıp çuvaldız bize girecek gibi duruyor. Sübjektifliğini dayatıp çoğunluk reflekslerine oynayanlar bunu zamanla objektiflikle karıştırmaya başlıyor. Zaten alışık olmadıkları objektiflik kavramı bir süre sonra batmaya başlıyor insanlara.
Şunu da söyleyebilirsiniz; bu bir devlet kararına indirgenemez. Bu bir inanç meselesidir ve herkes bu kararında özgürdür. İnançlara saygı duyulması kısıtlanmaması gerekir… O zaman toplumsal olarak da birçok çevrenin kiliselere ve başka dinden din adamlarına ne kadar tepkili olduğunu düşünün. Kiliselere yapılan saldırılar, öldürülen papazlar, misyonerlikle suçlanıp fişlenen insanlar (ki Müslümanlarında orada yaptığı misyonerlikten başka bir şey değildir, giderek siyalaşan bir İslam anlayışı oluşmaktadır. Bunun küçük bir örneği, bilmiyorum dikkat ettiniz mi, hem Avrupa’daki sağcıların hem de vatandaşın korkmalarına ve karşı olmalarına gösterdikleri sebeplerden birisi Başbakanın zamanında okumuş olduğu “minareler süngümüz ….” şiiri. En sade Avrupa vatandaşı bile bunu biliyor ve korkuyor. Resmen dün yediğimiz hurmalar hem yurt içinde hem yurt dışında k…mızı tırmalıyor) bunu da bir düşünmek lazım. Burada ne gibi bir hak verdinizde orada hak istiyorsunuz diye sorarlar adama. Burada neredeyse bu tip işleri yapanlar hiç de azımsanamayacak bir kitle tarafından alkışlanıyor.
Hadi onu bıraktım. Başka din mensupları bir yana aynı dinin farklı mezhebinden diye ezdiğimiz insanlarımız bile var. Aleviler de aynı şekilde yıllarca anmak istemediğim farklı adlarla anılıp aşağılanmadılar mı? Hatta şu sıralar yine iktidar incisi olarak bir şekilde yargının taraflı olmasının nedeninin Aleviler olduğu söylendi. Usulsüzlükten onlar sorumlu tutulmaya başlandı.
Dinime küfreden Müslüman olsa demezler mi adama? Bu topluma yıllardır dayatılan, çıkar aracı olarak görülen ve en zor durumlarda emniyet supabı gibi görülen ve üzerine oynanan sinir bozucu bir refleksidir din. Bu oyunlar buna yol açtı ama hala kimse görmek istemiyor bunu nedense. Bu zamana kadar üzerine oynadınız resmen siyalaştırdınız ve cahil halkın aklında bir dogma yarattınız şimdi toplayın bakalım meyvelerini. Çürük de olsa sizin bahçenizin meyveleri bunlar.

0 kere laf edildi:

 
Related Posts with Thumbnails
© 2009 - Bir İnsanı Sevmekle Başlar Herşey.. | Free Blogger Template designed by Choen

Home | Top