Bir zamanlar, Her zamanlar...



"The crows maintain that a single crow could destroy heaven. This is beyond doubt, but doesn't prove anything against heaven, since heaven means, precisely, the impossibility of crows."

(Franz Kafka)




Nerede, nasıl konuşacağız söyleyinde bilelim...


Bu gün izlediğim bir haberle ilgili kısa bir görüş belirtmek istedim. İzlerken, uzun süredir yaşadığım sinir bozukluğunu tekrar yaşadım. İzledikce de bu sinir harbi giderek artıyor, sonu nereye varacak bilmiyorum.

Konu şu ki, "Sayın Başbakan"'ın Ankara/Kızılay'da yemek yerken, harç paralarını protesto eden öğrenci kardeşlerin karga tulumba arabalara konulması, kovalanması ve ekranlara çok yansımasa da tahmin ettiğim kadarıyla dövülmesi. Bu öğrenci kardeşlerin protestosu muhattapların hiç ilgisini çekmedi nedense. Afiyetle yemek yenmeye devam edildi.

Başlıktan kastım şu, salonlarda ve basın toplantılarında konuşan, itiraz eden, şikayetini belirten ağzını açtığı an dışarı atılıp, provokasyon yapmakla suçlanıyor. Denildiğine göre "yönlendirilmiş, neden geldiği belliymiş" deniliyor. Hemde hiç söz hakkı verilmeden.

Bakıyoruz, bu ortamlarda demek ki konuşamıyoruz. Sokakta protesto ediyorsunuz, yine aynı suçlamalar ve muamelelerle karşılaşıyoruz. Hatta göz göre göre "ölçüsüz şiddete" maruz kalıyoruz.

İnternetten eleştiri yapanlar takip edilip soruşturuluyor. Karalanıyor belkide fişleniyor, bunu bile bilemiyoruz, başımıza birşeyler gelmeden.

Bir zahmet söyleyiverin madem ki herşeyin en iyisini biliyor ve yapıyorsunuz, şikayetimizi "umursayacağınız bir şekilde" nerede belirtelim. Bunu da söyleyin de içimiz rahat konuşabilelim. Ağızlarda gittikçe çirkinleşen ve anlamını yitiren demokrasi nerede, o yolu gösterinde ordan gidelim. En ufak bir eleştiride kovalanacaksak, soruşturulup karalanacaksak nerede bu "mukaddes demokrasi". Bu demokrasi denilen saçmalık sadece, sizi iktidara getiren ve konuşmaktan korkan ve çoğunlukla hiç bir şeyi göremeyen o meşhur % 50'lik çoğunluk için mi geçerli.

Demek istediğim şu ki, gidişattan hiç memnun değilim ve gittikçe de bu memnuniyetsizlik artmakta. Lütfen sizi korkmadan eleştirebileceğimiz, itiraz edebileciğimiz ve en önemlisi sizin umursamanızı sağlayabileceğimiz o "güneş ülkesi" nerede onu söyleyin de, en azından kendimizi biraz özgür ve demokrat hissedebilelim. Giderek gölgesinden bile korkan bir toplum mu yaratılmaya çalışılıyor ?

Eleştiriye bu kadar şiddetle karşılık vermenin altında korku ve farkındalığın engellenmesi olduğunu düşünüyorum. Halen olan olaylara baktığımda bunun tersini düşündürecek hiçbir şey olmadı.

Aslında söylenecek daha çok şey var ama şimdilik merak ettiğim "Nerede konuşacağız..."

Oturmaya mı geldik ? Biz biliyoruz da mı oynuyoruz ?

Şu sosyalleşme amaçlı sitelerin en büyük katkısı bence bu tür işler. Nerden çıktığını bilmediğin, kimin yaptığını önemsemediğin bu tür video ve fotoğraflar. Onun dışında bana göre sosyalleşmenin hiçbir şekilde bir göstergesi olmayan aksine giderek asosyalleştiren ve arkadaş çevrenin bir süre sonra, bir kutunun içindeki küçük insanlardan oluştuğunu sanmana bile yol açabilecek saçmalar.

Videoda oynayan arkadaşlarda bir zahmet kızmasınlar bu tür işlere artık. Kusura bakmayında bu işleri medyaya böyle yansıtan sizlersiniz. Tamam, istediğine istediğin şekilde inanabilirsin vs. vs. Neyse benim bu konudaki fikirlerim, videoda rol alan arkadaşların tam tersi olmakla beraber şu an önemsiz.

Herneyse, bence şahane olmuş. Oldukça eğleniyorum izlerken. Yayında ve yapımda emeği geçen herkesin eline sağlık. Gerek kurgusuyla, gerek oyuncu seçimiyle, gerekse de müzikleri ve senkronuyla grammy alır mı ? Bence almasa da zirveyi zorlar...


Bazı şeyler göründüğü gibi değildir...

They Live

Yönetmen: John Carpenter

1988

Hiç gördüğün şeylerin aslında göründüğü gibi olmadığını düşündün mü? Ya büyük bir yalanın içindeysek. Ya bu renkli karmaşa, karnaval yeri tamamı bizi kontrol etmek, yönlendirmek ve yönetmek içinse ?

Bazıları için bunlar olan şeyler, bazıları içinse sadece ucuz komplo teorileri. Bu ayrı bir hikayenin konusu tabii ki.

Bir gözlükle değişen ve paranoyaya sürüklenen bir yaşam. Kahramanımız Nada iş bulma umuduyla geldiği şehirde bambaşka gerçeklerle karşılacak, bir örgüte katılacak ve dünyanın kurtuluşu için savaşacaktır.

Gerçeği gördüğünde bırak başkasını inandırmayı kendisi bile inanamayacaktır. Ne büyük bir aldatmaca!

Tüketim toplumu olmaya nasıl farketmeden başladığımızı ve farketmeden bilmediğimiz, anlamadığımız bir şekilde yönetildiğimizi ve ardındaki amaçları görmek.

Ve hepsi de siyah bir gözlükle başladı...

Yediğine içtiğine dikkat et ! Gelecek düşündüğünden daha farklı olabilir...



Soylent Green

Yönetmen : Richard Fleischer

1973

Yine bir bilim-kurgu klasiği daha, Soylent Green. Bu film de diğer yazdığım veya yazacağım filmler gibi, bana göre oldukça güzel bir kurgu içeriyor, bir klasik.

Yine bir gelecek senaryosu ve 1984 benzeri bir ortam içerisinde buluyoruz kendimizi. Dünya çoktan kirlenmiş, kaynaklarını tüketmiş ve karneyle yiyecek dağıtılan bir yer haline gelmiştir. Küresel ısınma, Dünya'da bildiğimiz türlü tarım ürünlerinin kökünü kurutmuş ve insanlar "Soylent" denen küçük tabletlerle beslenmektedir. Bu tabletler halka, haftalık tayın olarak satılmaktadır. Tabii gittikçe azalan miktarlarda...

Kahramanımız bu sefer polis memuru Thorn. Görevi, şehirde düzeni sağlamak ve ayaklanmalara, gösterilere engel olmaktır. Bir nevi ajanlık yapmak, devlete karşı gelenleri susturmaktır. Tamamen görevini yapmaya çalışan, sistemin içinde olan bir adamdır. Bu sisteme bağlılığın sebebi o eski ve güzel zamanları hiç görmemiş olmasıdır. Gerçek bir domatesin tadını bilmemekte, eti ise masallardan anımsamaktadır.

Giderek kıllanan kahramanımız, şehrin ve yöneticilerin gerçek yüzünü gördükçe fikirleri değişir. Giderek gerçekleri görmeye ve hayatını tehlikeye atmak pahasına öğrenmeye çalışır. Filmin sonunda, bunun nasıl bir düzen olduğunu ve altında neler yattığını öğreniriz. Tabii "Soylent" neymiş onu da öğreniriz. Tabi yine şaşırarak, "vaay iyi olmuş", "ohaa" nidalarıyla.

İyi seyirler...



Güneş Sistemi kadar hatta Güneş Sistemine rağmen yıldız...


Al bir tane daha buldular. Ne bitmez evren varmış be arkadaş. Git git bitmedi. Tamam bilim adına güzel şeyler bunlar, bulunsun, keşfedilsin. Gerçekten o anlamda insanın göğsü kabarıyor, heyecanlanıyor biraz.

Ama bazen düşünüyorum da eski zamanları, bilmezlermiş yıldız mıldız, dünya evrenin merkezi, herşey bizim için falan. Hayal gücü alabildiğince genişlemiş, egolar meme yapmış, herkez kral gibi dolaşıyor. İnsandan başka yüce varlık yok ya, O da zaten evrenin merkezine çakılı ya vs. vs. vs. Acaba daha mı iyiydi anlamadım ki.

Hah bulun böyle gezegendir, yıldızdır, evren büyüdükçe büyüsün, insanı iyice böyle küçücük, ufacık, b.k kadar birşey hissettirin. Hissettirin de özgüvenimiz yerle bir olsun, bu hayatta hiç bir işte başarılı olamayalım, böyle böyle tükenip gidelim.

Bir Zamanlar, Her Zamanlar...


"awaara hoon ,
ya gardish mein hoon

aasman ka tara hoon

awaara hoon…"

(Raj Kapoor-Awara Hoon)

Reklamın iyisi, kötüsü olmaz...

Şu reklamlara iyice sinir olmaya başladım. Tamam sinir olmaya baya bi önce başlamıştım ama şimdi giderek artıyor bu sinir. Artık alınan kararlar yüzünden mi yoksa tv kanallarının kendi inisiyatifleri mi bilmiyorum ama 20 dakika reklam izliyoruz tek seferde. Resmen "overdose" yaşıyoruz. Bir gün tv karşısında bayılıp kalacağım, kim vurduya gideceğim.

Tamam bu artık önüne geçilmez bir sektör oldu illaki bu reklamlar oynayacak, insanlar da bunlardan para kazanacak. Bizde kuzu kuzu izleyeceğiz. Tamam kabul izleyelim. Tv izliyorsak kaçış yok.

Ya kardeşim hadi bize saygınız yok kendinize de mi yok. Reklamcı arkadaşlara sesleniyorum. Bu kadar kötü reklamlar yapmayın. İşin iç yüzünü bilmiyorum belki sansürler yüzünden belki de reklam veren firma temsilcilerinin bu işi bakkal mantığıyla ele almasından. Ama eğer değilse gerçekten kendinizi toplayın biraz. Her saat 20 dakikamızı bunlara ayırıyoruz bari biraz akıllıca, eğlenceli birşeyler ortaya çıkarında izleyelim yahu.

Bak and verdim bir daha ne kola ne de benzer bir içecek alacağım. Hatta reklamlarda gördüğüm herhangi bir şeye rağbet etmeyeceğim. Yeter be, tüketim mallarından tiksindim sizin yüzünüzden. Ne onlar öyle allah aşkına. Eğri oturup, doğru konuşalım, ya siz gerçekten beğeniyor musunuz yaptığınız işi ? Ha ?

Sana geliyorum yarebbim...






İllaki bu vb. videolardan haberiniz vardır. Adam resmen gidip geldiğine inandırmaya çalışıyor. Eminim bu böyle birşey değildir. "hınggh" efektiyle tanrı huzuruna çıkabilene sanırım sadece bizde rastlanıyor. Resmen süpersonik bir iletişim şekli çok takdir ediyorum kendisini. Ha gittiği yetmiyor bir de ordan haber veriyor o derece ulu bir insan ama gel gör ki bu yücelerden yüce kardeş yerel bir televizyonda program sunuyor.

Bu türlere dediğim gibi sanırım sadece bizde rastlanıyor. Bence bu inanç işini gittikçe sapkınlaştırmamızdan kaynaklanıyor. Böyle olunca da bunun ekmeğini yiyende o derece çok oluyor. İnanıyosun tamam, ibadetini, ritüelini yerine getiriyorsun o da tamam ama gözle görünür ve yaptıklarının takdirini içeren bir mucizeyle karşılaşmayınca kafalar karışıyor tabi. Ardından senin mücize beklediğini farkeden bazı müstesna kişiler birden senin mücizelerin oluveriyor. Hadi canım bu tek tanrılı, ilahi dinlere geçildiğinden beri görülen klasik hareketler. Her zaman bir tane çıkar, her devirde, her yüzyılda. Ve insan kendini bu derece yalnız ve aciz hissettikçe, bir şeyin parçası olmayı, bir şeye hizmet etmeyi istedikçe bunlardan günaşırı ortaya çıkmasıda yakındır benden sölemesi.

Bu arada kafamı karıştıran birkaç şey daha var. Belki uygunsuz kaçıcak ama kafama takılır durur devamlı. Şöyle anlatmaya çalışayım; Hz. Muhammed, peygamber olduktan sonra, müslümanlığı yaydıktan sonra ve herşey yerli yerine oturduktan sonra, bildiğim kadarıyla, müslümanlığın son ilahi din olduğunu ve bundan sonra artık yeni bir din gelmeyeceğini aynı zamanda kendinden sonra da peygamber gelmeyeceğini söylemiş. Bir bakıma bu husustaki tüm kapıları kapatmış ve beklentileri sonlandırmış. Bu işin mantığına baktığımızda toplumların düzeltilmesi, hizaya sokması için gönderilmiş.

Buraya kadar herşey normal olarak işliyor. Düşünüyorum da şu anda zaman oldukça kötü, ahlak kaymış, toplum kendinden geçmiş bir sabah sarhoşluğu içinde. Ya şu anda gönderiliyorsa ve biz de, bu zamanında yapılan bu beyanla, gelenlerin hepsini inanmayıp sindiriyorsak.

Yani toplumun huzuru için peygamberler gönderiliyor ama biz Hz. Muhammed'in bu beyanını bildiğimiz için geleni gerek tv ekranlarında gerekse de kendi aramızda afedersin maymuna çevirip gönderiyorsak ? Halimiz nice olur? Demezler mi o kadar gönderdik ama siz şuursuz gibi onları yerden yere vurdunuz, o zaman hakkınız budur. Sonrası
muhtelif yerlerde 1. derece yanıklar.

Tabi ki yukarıdaki gibi birini kasdetmiyorum. Bu işin şakası tabii.Yok canım bu kadar da basit ve ucuz numaralarla olmaz. Yok yok, sanmıyorum. Bu böyle bir iş değil...
 
Related Posts with Thumbnails
© 2009 - Bir İnsanı Sevmekle Başlar Herşey.. | Free Blogger Template designed by Choen

Home | Top