Bir Zamanlar, Her Zamanlar...


"We're all Brando's children. He gave us our freedom."



(Jack Nicholson)

Seyret Perişan Halimi...

İtiraf et sevgili okur sende televizyon izlemekten hoşlanıyorsun. Evet, bende öyle. Bu sefer daha önce yazdıklarımla ilintili birkaç şey daha ekleyeyim dedim. Sıkılıyorasn söle bak, dost meclisindeyiz şurda, bu işin ayıbı olmaz.


Daha önce aslında tv programlarını, beğenimizi veya itirazımızı belirterek biz yönlendiriyoruz, aslında sevmediğimiz şeylerin ömrünü böyle uzatıyoruz demiştim. Hatırla o eski günleri (2 gün önce yazmıştım, zaman ne çabuk geçiyor değil mi okur? )

İzlerken eminim sen de çok gülüyorsundur. Bu evlendirme programları, yarışmalar, gözetleme tipi programları falan. Hem gülüp hem içinden "olm bunnar gerçek deil, oynuyorlar resmen ya" diyorsundur. Bunun da etkisiyle tabii ki için rahat gülüyorsun. Bende öyle. Nasıl olsa oyun bu. Hepsi bir kurgudan ibaret.

Aynısını orada gördüğün insanlara ve sunuculara söylesen, terlikle kovalarlar seni. Daha önce de buna benzer şeyler söylendi; siz oynuyorsunuz, gerçek değilsiniz diyerek. Nasıl ortalığı ayağa kaldırıyorlar hatırla sevigili ve pek muhterem okur. Sunucular gözlerinini iri iri açıp, şaşırmış ve kızmış şekilde "sen ne demek istiyorsun" der, konuklar da "bu bizim hayatımız, gerçekten böyle, ne kadar ayıp dalga geçmen" der ve seyirciyi el birliğiyle galeyana getirip saldırmaya başlarlar. İlk başta çıkan o güçlü, o yiğit, o yüksek sesin giderek kısılır, derdini anlatamayacağını düşünüp susarsın. Birde programda ağlarsa karşındaki vatandaş, işte o zaman hayırlı olsun dünyanın en şerefsiz, en s.kkafalı, en adi (afedersin) insanı seçilirsin. Oldu mu, olmadı mı ? Oldu.

Birde şunu düşündün mü okuyucu; numara yapanlar bir yana, birde gerçekten onu yaşayanlar varsa. Ya gerçekten öyle hissediyorlarsa ? O zaman gerçekten insanların duygularına saygısızlık etmiş olmazmıyız sevgili okur. O zaman buna o büyük kalbimiz, tertemiz yüreğimiz nasıl dayanır.

Merak etme bu yazı onları savunmak için değil. Tam tersine aslında işlerin daha kötü olduğuna dair. Ekrana çıkan insanların çoğu ardıllarından etkilenip, davranması gereken durumu ister istemez, farkında olmadan oluşturuyor. Orada olmanın zorunluluğu böyle birşeymiş gibi düşünüyorlar. Evet, doğru anladın, kafalarında oluşturdukları gerçekliği yaşıyorlar. Evet, bu insanlar böyle üzülüp böyle sevinmeye alışıyorlar ve gerçekten kendi duygularıymış gibi ekran önünde canlandırıyorlar.

Tehlikenin kötüsü bu işte sevgili okur. İnsanların, toplumların gerçekliği değiştirilip, basitleştiriliyor. Duygulanman gereken anı, duygulanman gereken şeyi ve en kötüsü nsaıl duygulanman gerektiğini değiştiriyor. Bilirmisin ki sevgili okur kelimelerin anlamlarını değiştirirsen, onları yok edersen, duyguları değiştirirsin, ifadeyi değiştirirsin. Kendini mutlu hisseden ama aslında mutlu olmayan, en kötüsü mutsuzluğunu ifade edebilecek birşeyler bulamadığı için böyle görünmek zorunda olan bir teletabiler ordusuyla karşı karşıyayız.

Bunu belki bilerek belki bilmeyerek, bu programları hazırlıyorlar. Ama kurban olduğum insan zihni böyle işliyor. Farkındalıklık yeterli değilse sevgili okur, beyin denen organ bulduğu herşeyi farketmeye çalışıyor. Gerçeklik olarak algılıyor.

Bu programları izle okur, bu programlara gül okur. Ama bu programları dikkatle izle okur. Gör toplumların ne kadar basit değiştiğini ve değiştirilebileceğini. Gör bunları nasıl farketmiyoruz da sanki gerçek buymuş gibi yaşıyoruz (yada yaşıyorlar) gör okur. Eğer bu gerçeklik kaybolması yada yansıması yada yaratılmış gerçeklik payı % 1 bile olsa ne hale ge(tiri)liyor gör okur. (emrivakii oldu gibi oldu sevgili okur ama gerçekten kötü bir niyetim yok, valla bak sırf kendimi ve seni düşünüyorum)

İçi boş olmanın dayanılmaz hafifliği...

En iyi Robot Ölü Robot yada Mutfak Robotu...


Adam bak böcek yapmış, robottan yapmış, büyük yapmış. Sen hala uyu okuyucum, hepimiz uyuyalım. Mışıl mışıl uyuyalım. Kapımıza dayandıklarında bakalım ne yapacağız.

Bu konuda bildiğim bir şey varsa okuyucu, o da "en iyi robot, ölü robottur". Bunu bana terminatör, bunu bana robocop, bunu bana çok sevdiğim bir ablam olan, Sarah Connor öğretti.

Çinli Malı, Yurdun Malı, Herkes Onu Kullanmalı....

Sayıca üstünlük sanırım bu anlama geliyor. Ortalama bir Çinli 1 günde 5 T-Shirt, 3 Çinli 10 kulaklık, 5 Çinli 1 Ipod, 10 çinli bir araya geldiğinde ise, daha da fena, 1 playstation dünyaya getirebiliyor. (istatiki bilgi)

1.5 milyar nüfuslu bir ülkenin, ekonomisi fason mallara nasıl dayalı olabilir anlayamıyorum. Korsan Meslek Lisesi falan mı var adamlarda yoksa alttan alta çocukalarını sanayi yerine korsancıya mı veriyorlar anlamadım. Belki de bu olaydan kimsenin haberi yok, çocuklar "ana ben okula gidiyom" diye evden çıkıp, atolyeye falan gidiyo heralde anlamadım ki.


Aslında sevineyim mi, üzüleyim mi bilmiyorum. Bir yandan giderek tek kutuplu olmaya başlayan dünya ekonomisini skertip, dengeyi değiştirdikleri için seviniyorum. Bir yandan da dünyayı daha fazla gereksiz çerçöple doldurdukları için üzülüyorum. Birde çerçöp ki ne çerçöp, alayı kopya alayı fason. O derece yani.

Kimse de bu milyar adet küçük adama birşey diyemiyor çünkü vakti zamanında koymuş oldukları telif hakları kanunu bu durumda içerde patlıyor. Bilmiyorum belki diğer ülkeler de (özellikle batılı) bu tür ufak tefek işlere girişmişlerdir ama böyle olacağını kimse tahmin edemezdi. Şu an Avrupa Birliği'ni deli eden, Amerika'yı çileden çıkaran bir oluşumdan söz ediyoruz okuyucu. Bir yandan böyle olmasıda hoşuma gitmiyor değil. Benimki de züğürt tesellisi gibi bir şey sanırım. Fasonluk bir yana, bu tür büyük oyunları biz yapamadığımız için, kitlesel bir sinir harbi yaratamadığımız için, yapanlarla avunuyorum, onlarla seviniyorum. Noolur kızma bana okuyucu, beni de anla, bende insanım. Ben istemez miyim ekonomik krizden, yırtık dondan çıkar gibi çıkmayı, isterim, eminim sende istersin.

Birde olayın ekonomik boyutu var tabii ki.Yine bu kutuplaşmaya bağlayacağım, bağlamak istediğim (bırak beni, tutma kolumdan canım okuyucu, ben reşit bir insanım istediğim yere bağlarım) bir konu bu. Şöyle ki; dünya genelinde sen 3-5 markayı tescille, habire antin kuntin reklamlarla bunların acaip kaliteli mallar oldukları fikrini vatandaşa damardan aşıla, sonra bunları medeniyetin olmazsa olmazları gibi göster, sonra kaktır kaktırabildiğin kadar fiyatı.

Ama nooldu, bak böyle alırlar adamın aklını, sana diyorum serbest piyasa, üzerler, kırarlar kalbini. Bu zamana kadar her şey iyiydi tabi. Rakip yok, herşey tıkırında, ne lazımsa gelip senden alalım, sende paraları balya yap. İnsanların kafasında şöyle bir düşünce oluştu sanırım; madem ki bunlar standart, madem ki artık herkesin alabileceği bir konumda, o zaman benim neyim eksik ayol. Aaaa o da ne, ona çok benzeyen, tıpkısının aynısı bir mal var ve neredeyse 3 te 1 fiyatına. E o zaman ne duruyorum, ondan 1 tane alıp içime oturacağına, bundan 3 tane alırım ben içine otururum. Acaba ?

Bence gayet mantıklı, basitçe şöyle bir hesap yapalım. Garanti süresi 2 yıl olan bir elektronik aletten 1 tane alacağıma, garanti süresi 1 yıl olan aynı elektronik aletten 3 tane alırım. Hatta 5 tane bile alırım. Hem de aynı paraya. Düşününce daha mantıklı değil mi, sayın okuyucu ? Garantisi olmasa bile, gelişinde sağlam olduktan sonra ortalama 1 yıl bu malları kullanabiliyorsun zaten. E o zaman kiloyla al, ne duruyosun.



Ha birde bunun yanında artık insanlar taklitlerden eskisi kadar korkmuyor. Bu derece kötü taklit malların oluşturduğu alternatif, hafif eleştirel, alaycı bir kültür de oluştu. Şu T-Shirte baksana okuyucu yaa. Sen olsan almazmısın şunu.

Neyse fazla uzattım yine, sanırım bu durumu engelleyecek bir mekanizma yok. Olacağını da sanmıyorum. Bence herşey olması gerektiği gibi ilerliyor. Ekonominin bir yerde tıkanacağı ve alternatiflerinin oluşacağı kaçınılmaz bir sondu zaten. Tek belirsizlik zamanıydı, oda belli oldu, tam oldu.

Bunun gibi birkaç tane daha bakmak istersen buradan ve buradan bakabilirsin. Ararsan daha fazlasını da bulabilirsin. Hatta uslu bir çocuk olursan, belki bir gün şirinleri bile görebilirsin. O derece...

Bir Zamanlar, Her Zamanlar...






"Vücudundan kurtul, sadece zihin ve ruhunla yaşa. O zaman toprak altında nefes alabilirsin."

(Dünyayı Kurtaran Adam, 1982)

Bir Zamanlar, Her Zamanlar....


"Hey minik kuş
Zaman peşinde döner, pervane..."

(Zen, 1999)

Çeşmenin Başına Bir Güzel İnmiş... Muhtar vs. Köyün Geri Kalanı



Bu aralar baya bir olay olmuş sayın okuyucu. Gün geçmiyorki, hatta saat geçmiyorki "garip" birşeyle karşılaşmayalım.

Gördüğüm en garip ve en güzel protestolardan birisine şahit oldum az önce, inanmazsın. İzlediğin zaman sende ha vericeksin hem bana, hem kahraman muhtarımıza. Kulağını ver de dinle.

Tamam şivesinde, anlatımında bozukluk olabilir ama sence de çok sıradışı bir protesto değil mi? İşte duyarlılık budur, işte kadir kıymet, işte çevrecilik, işte demokrasi, işte insan hakları...ta Anadolu'nun bağrından çığlık şeklinde yükseliyor. Kendi dilinde yükseliyor. (Tabi bunun gerçekleşmesinde, canına tak etmenin ve aşırı sıcaklarında birazcık payı olabilir, kabul ediyorum)

Evet komik olduğunu bende biliyorum. Bu tür durumlarda insanların 2 farklı görüşe bölünmesi normaldir. Bir taraf " çoh gomik la " derken, diğer taraftan küçük ve kibar harflerle "helal ossun adama hee, napsın daa adam hee" diyebilir. Ben bu iki hazzıda aynı anda, aynı yerde yaşıyorum sevgili okuyucu.

Eğer bir çevre bilinci gelişecekse,bu şehirlerde evlerinde oturup anca kalabalığı gördüğünde dışarı çıkıp havaya hönkürenler yerine, bunun reklamını yapıp birden duyarlılık şahı kesilen son dönem "çevreciler" yerine, tam buradan gelişmesi daha da hoş değil mi?

Acımadı kiii, Acımadı kiii..... Aarghh!!...........Enneeeeee!!!



Biri bana burada ne olduğunu söyleyebilir mi acaba ? Sevgili okuyucu ordamısın, allah aşkına birşeyler söle korkuyorum....

Tamam korkmuyorum ve gerçekten neler olduğu hakkında birkaç fikrim var. Biraz hafıza tazeleyelim bakalım. Ne zaman başlamıştı bütün bu acaipliklikler ? hmmmm, sanırım sabah şekerleriyle beraber (Yanlışım varsa düzelt okuyucu, bende insanım). Uzun süre onlar devam etti, taki tepki çekip yasaklanmaya gidene kadar. Daha sonra benzeri sabah programları başladı, ardından kadın programları ve evlendirmeye kadar geldi iş. En acaip biçimde, insanların neyi varsa bu "arz-talep" döngüsünün içine girdi. Hiç farketmedik bile değil mi ? (itiraf et sende izliyorsun bazen bunları, benim gibi, tabii ki başka birşey olmadığından)

Farketmeden derken, şöyle bir baktığımızda nasıl bu dereceye geldiğini anlamak aslında zor değil. Sıkılana kadar izliyoruz, daha sonra toplumsal bir refleks şeklinde, hep beraber kınayıp bitiriyoruz işlerini. Yeni yayın döneminde yine ve yeni olarak karşımıza çıkıyorlar. Ayrık otları gibi farkettin mi. Her zaman, bir öncekinin biraz daha fazlasını yapıyorlar.

Zamanında pos bıyıklı bi amca "beni öldürmeyen şey, beni güçlendirir" demiş ya sanırım haklı. Biraz da biz bunlara karşı çıktığımız için daha güçlü halde geri geliyorlar. Ortadan kalkmadan önce, dikkat et, bir tartışma programında bu tür şeylerin zararı tartışılıyor. Doğal olarak yanlış bulunuyor ve ekranlardan temizleniyor. Ertesi yıl, yeni yayın döneminde bir bakıyoruz ki benzer şekilde ama daha acaip bir şekilde ortaya çıkıyorlar.

Sanırım bu duruma, habire itiraz ederek biz yol açıyoruz. Bu tür aktivitelerin devamını biz getiriyoruz. Eleştirerek. Şöyle ki: neden yanlış olduğunu bas bas bağırıyoz, kötü taraflarını bir bir açıklıyoruz ve bu hatalarını düzeltip tekrar karşımıza geliyorlar. Aslında bir şekilde beğendiğimiz şeyleri, itirazımız olarak söylüyoruz. Onlarda bu tenkitlerimize uyup ona göre tekrar revize ediyorlar. Ve tekrar ve tekrar ve tekrar.

Hiç eleştirmesek ne yapacaklarını bilemeyip bu işe son verecek gibi duruyorlar aslında. Kısacası sanırım ne yapmaları gerektiği hakkında onları biz yönlendiriyoruz. Geldiği şu hale bak okuyucum yaa. Adamın kafasına ok atılır mı yarışmaya katılıcam, ekrana çıkıcam diyerek.

Lafı uzatmanın alemi yok içimden neler geçirdiğimi tahmin ediyorsundur sanırım. Aslında hiç ellemesek, yani itiraz etmesek gördüğün gibi gayet başarılı bir şekilde kendilerini tüketiyorlar.

Du bakalım az daha ses etme, ellemeyelim belki bundan sonra birbirlerine bomba falan atarlar da toplu halde yok olurlar. Tamam biraz acımasızca ama naapalım, lafdan anlamıyorlar, bizdeki de kafa, bir yere kadar.

Hiç itiraz etmeyelim bakalım kendi başlarına daha neler yapabilecekler. Belli ki toplumun beğenisi hakkında belirgin bir görüşleri yok, ortada kalınca birbirlerini vuruyor adamlar.

Sürmenaj olacaz yoksa sevgili okur. Sana birşey olmasın ondan korkuyorum....

İçmeyelim de besleyelim mi















Sigara yasaklanıyor ey sevgili okur. 19 Temmuzdan itibaren herhangi bir yerde sigara içilmeyecek, içilemeyecek. İnsan sağlığını düşünesi tuttu devletin. Şöyle bir bakıyorum da, daha önce eşi benzeri oldu mu acaba tarihte. Dikkat ettin mi okur şu son günlerde nasıl patladı çevrecilik, halk sağlığı falan. Sanki dünya son bir yıldır kirleniyor, insanlar da sadece sigaradan zehirleniyor.

İster istemez insan kıllanıyor, öyle deme sevgili okur. Acaba bunun altında da bir rant amacı olabilir mi? Tabii ki olabilir dediğini duyar gibiyim okur. Hatta içinden bağıra bağıra bütün sistemler ekonomiktir dediğini bile duyar gibiyim.
Üretim mantığına bakarsak, haklısın tabiki çalışacak daha çok insan gerekir değil mi? O yüzden halk sağlığı minimum da olsa düşünülmesi gereken birşeydir. Peki bütün dünyadaki üreme kaygısı nedir acaba. İnsanlar, damızlık gibi çocuk yapmaya yönlendiriliyor. Bütün milletler de ( istisnalar bozmaz, Çin ve Hindistan bu orantıyı bozuyor) böyle bir eğilim var. O zaman halk sağlığı düşüncesi ortadan kalkıyor sanırım.

Başka ne olabilir diye düşünüyorum sevgili okur. İnan çok uğraşıyorum, geçerli bir sebep bulmak için. Beni düşündüklerini bilmek istiyorum okur, anlıyormusun, çok yalnızım be okur..... Düşünüyorum da bu kadar halk sağlığını düşünen bir devlet neden sigaranın ülkeye girişini yasaklamaz ki? Madem o kadar tehlikeli. Serbest piyasa diye fısıldadığını duyar gibiyim sevgili okur. Sanırım haklı olabilirsin. Ticareti bu şekilde engellemek olanaksız tabiki. Ama öte yandan bir halk sağlığı söz konusu. Vatandaşın sağlığını düşünmek, sigaranın ülkeyi girmesini engellemek için yeterli bir sebep gibi gözükmüştü bir an, birde içersen ceza kesicekler. Senin iyiliğin için, sana ceza kesicekler. Yaramazlık yapan çocuğu tekme tokat döver gibi. Bir daha yapmasın bu onun iyiliği der gibi.

Ha bu arada birde cezalar var tabiki. Açıkcası hem satıp, hem ceza kesmek; bunun altında bizim bağımlılığımızı yada zevkimizi yada rahatımızı yada zayıf noktamızı belkide sıkıntımızı paraya dönüştürmek çabası olmasın. Zaten satabilecekleri neyimiz kaldı ki sevgili okur. Tamamen bir insanı satamıyorsun, fiziki herhangi bir işlemi yasal olarak yapamıyorsun çünkü demokrasi ve insan hakları önlerini kesiyor. Bu konulara da sonra değinmek istiyorum. Bazı durumlar için bu iki kelimenin nasıl bir sığınak görevi gördüğü konusunda.

Neyse biz yine asıl meselemize dönelim. Bir yandan ceza kesip bir yandan da yasal olarak satışını yapmak akıllıca değil mi? Sana da Nuri Alço filmlerini hatırlatmadı mı bir an. Tamamen benzemese de, bu psikoloji önce alıştır sonra parayla sat gibi bir şeye benziyor. Birde memleketimizdeki vergiler kafamı kurcalıyor sevgili okur. Kusura bakma derdimi bir tek sen dinliyorsun sana döküyorum içimi. Umarım sıkılmıyorsundur. Neyse, bu vergiler beni düşündürüyor sevgili okur. Biliyorsunku alkol ve sigaradan acaip vergi alıyor ülkemiz. Peki sigara alımı azaldığında yada durduğunda bu vergiler bize nereden yansıyacak acaba. Merak içerisindeyim. Biliyorsun bir gecede ekmek 75 kuruş olmuştu, ha birde doğalgaza gelen senelik % 80 zam var. Hatırlasana okur % 18 indirim yapıldığında ne kadar sevinmiştik. Biraz düşününce aslında & 62'lik bir zamma sevinmişiz değil mi? Buna da şükür tabiki. Özellikle indirimnde yazın uygulanması çok işimize yaradı değil mi sevgili okur. Yazları pek soğuk oluyo ülkemiz, doğalgaz gideri çok oluyor. Saolsunlar hep bizi düşünürler.

Biraz da gerekçelerle ilgilenelim mi sevgili okur? Nooooooluuuuur. Saol. Uygar milletler de sigara içme oranı çok azmış sevgili okur. Bende birden şöyle düşündüm, bunun sigara içmemizin sebepleriyle alaksı olabilir. Mesela şu an bunu okuken neden sigara içiyorsun? Canın mı sıkkın? Bu halkın refah seviyesinden olabilir mi? Ben gitmedim ama filmlerden izlediğim kadarıyla oralarda yaşayan insanların sağlık güvenceleri, eğitim, iş durumları gayet yerindeymiş. Sırf bunu bilmek bile insannda bir sıkıntı yaratıyor değil mi? Sigara yada benzeri birşey kullanmak için bizden daha az sebepleri varmış gibi görünüyor. Az daha içki içmek yasaklanıp, içenler mimlenicekti hatırlasan okur. Eğlenmemize bize karışacaklardı az daha. Efendim? İçince rahat durmuyormuyuz? Hmmm. Sanırım haklı olabilirsin. Bende şunu düşündüm birden (bu gün aklıma da bir sürü şey geliyor, daha kahvaltı bile etmedim) İnsan doğar doğmaz böyle bir alkolün etkisiyle mi doğar? Yoksa insan karakterini yaşayarak, görerek, başına gelen olaylardan mı oluşturur? Sen hiç hakim ciddiyetindeve ağırbaşlılığında bir çocuk gördün mü okur? Demek ki doğuştan değil, yaşantı sırasında gerçekleşen bir takım olaylar bizim karakterimizi oluşturuyormuş. Demek ki bunun da bir sebebi varmış. Peki okur toplumsal bir ortak payda olması açısından, yani herkesi etkileyen bir sorunu ele alırsak (herkesin eşit derecede etkilenebileceği birşey olmalı ki ortak bir sonuç çıkarabilelim) mesela işsizlik. Kötü beslenme, eğitimsizlik, sağlık sorunları, adalet eşitsizliği falan gibi. Sanırım bunlar da toplumların bozulmasında, "sapıtmasında" ortak bir etken gibi görülüyor. O zaman içki içince çoğunlukla delirmezin genel sebepleri arasında bunlar da olabilir değil mi? Sorun gittikçe büyüyor hemen bitirmem lazım sanırım. Senide sıkmak istemem bu güzel saatte sevgili okur.

Diyeceğim odur ki okur, sanki keyfimiz çok yerinde ,acaaaip rahatız, derdimiz tasamız yok sırf zararlarını bildiğimiz halde pislik olsun diye sigara içiyoruz. Bize böyle davranıyorlar, çok alınıyorum sevgili okur. Sanki ben bilmiyorum zararını, ama içinden" pardon size ne " demek geliyor seninde gelmiyor mu? Beni bu kadar düşünme düşününce başıma kesin birşeyler geliyor demek gelmiyor mu içinden sevgili okur. Özgür irade meselesini saymıyorum bile. Bu iradeyi kullanabildiğimiz tek yer olan, kendi hakkımızda basit hükümler vermek gibi bir şeyi bile bizden almak istiyorlar. Yaw neden içmeyenler toplanıp bir yerlere gitmiyorlar da içenler toplumdan kürenerek atılmak isteniyor anlamış değilim.

Birde olayın IV. Murat'a dönmesin endişesi var, biliyosun yasaklar uygulayanlar içindir. Yasa koyucular her türlü yasaktan muaftır değil mi?
Yoksa ben mi yanlış biliyorum ? Her yasa gibi bununda açıkları olacak mı acaba yada bazı durumlarda alttan alta tolere edilebilecek mi ? "Bukadar da olu mu canım saçmalama sende amma paranoya yaptın ha" diyorsan "buda yanlış" diyorsan sevgili okur bende hiç birşey bilmiyorum.

Yazarken içtiğim 3 sigarayı, okuyarak benimle paylaştığın için saol okurum.

Anlam veremediğimiz eylemler dizisi...

Geçen gün "Tanrıların arabaları" adlı belgeseli izledim. Tamam biliyorum okuyucu bir dinle önce hemen saldırıya geçme, evet eski ve evet daha yeni izledim. Okumadım, izledim yetti oda.

Heryere uzaylı inmişde haberimiz yokmuş yahu. İnsan evladı aslında pek gerizekalıymış da (dur hemen saldırma yine) herşey onlardan öğrenmişiz. Bu sosyal hizmetler uzmanları arkadaşlar gelip teknolojiyi öğretmişler insanoğluna her bir şeyi bitamam halledip gitmişler. Ha giderken yaptıkları her yere de taş oturtup gitmişler. Heryer anıt abide olmuş sonrasında.

Şimdiki teknolojiyle bile yapılamıyomuş o derece. Yav tabi yapılamaz şimdi ücretli işcilik var o zaman böylemiydi, tanrılar göründümü ekmeksiz çalışıodun. Korkudan daha iyi çalışıyodun da ondan. Hiç duydun mu " ya firavunum iyi diyon, güzel diyonda bu piramit işi yaş, olmaz" yada "ya firuvunum yapalım tamam da neye yarıyacak bu böle dikiyoz üstüste üstüste" diyen bir köle. Duyamazsın çünkü bunun sebebi geçmiş zaman olması değil olmamış olmasıdır. Olsa zaten efsane olurdu değilmi sevgili okur. Ne bileyim bi halk hareketi falan başlardı " piramite haaaaaayır", "piramit is-te-mi-yo-ruz" falan diyerek.

Neden olmamış, az önce söylediğim gibi o zman g.t korkusuna yapmışlar bunu, şimdiki gibi değil. Adamlar o kadar ileri gitmişler çölde timsah besleyip içine atmışlar adamları. Yap o sistemi şimdi bak 1 haftada gökdelen dikiyon mu dikmiyon mu? gör.

Yapılan da taş taş üstüne onada dikkatini çekerim tepeleme dizmişler. Ama dersen ki sadece piramitler mi, heykeller falan da var diye, işte o zaman sevgili okur boynum kıldan incedir. Onlara birşey demem.

Ama her bişeyi uzaylılar yaptı, saolsunlar çok iyilikleri dokundu hikayesi de biraz saçma geliyo be okur. Farklı yerlerde, benzer yapılar olması durumunu da şöyle açıklamak isterim: ortam farklı olabilir ama "ilkel" toplumların ihtiyaçları da o derece ilkel ve birbiriyle paralel olabiliyor. Aynı şekilde inançlarıda zira birçok kültürde güneşi tanrı olarak görme vardır. Bunun için birbirlerinden etkilenmeleri gerekmez iki dakka güneşe bakmak yeterli. Gözlerin yanınca mecbur tanrı olark kabul ediyosun. Napıyosun yüksek anıtlar dikiyosun. Artık toprağının bereketine göre ya kurban kesersin ya dans eder tören yaparsın o sana kalmış ama paralellik illaki var.

Bunun yanında halen gözlenenbilen bir etki, bilirsin gözlemişsindir "kralım ben" etkisidir. 10 kişi bir yere toplanın ya birisi kendini kral seçer yada geri kalan 9'u birini kral seçer. Doğal bir dürtüdür buda sanırım (bunun sebeplerini başka bir yazıda anlatmaya çalışam bakalım). Kral içinde yapılmıcak şey yoktur ki kral olmak ta böyle birşey sanırım. Az iş, çok ekmek.

Her neyse genel olarak bu basit gereksinim ve fikirlerden yine aynı basitlikte sonuçlar çıkması normaldir. İllaki uzaya veya ilahi birşeylere bağlamak gerekmez.

Bu hesapta düşünürsen ipini koparan, ışığı gören gelmiş dünyaya gibi olur. Neymiş şimdi de gözlüyolarmış gelişimimizi. Lafa bak ne demek be gelişimimizi, ben bunu duyduktan sona uzaylı bırakırmıyım konduğu yerde terliği yer azına sen kimsin der insan.

Yok çip takalım yok deneyler yapalım bu kadar şeyden sonra gözlerinin yaşına bakmam. Aynı şeyi biz onlara yapsaydık ilk fırsatta lazere,fazere boğarlardı burayı.

Neyse insanlık tarihi seninde bildiğin üzere çook uzun bir hikaye. Zaman zaman anlatmaya çalıcağım maksat muhabbet olsun, dostuluğumuz pekişsin. Belgeseli de izle ama dediklerimi düşünrek izle. Anıt gör yapı gör, ama her fırsatta uzaylı görme, göreme....

kredi kartım olsun, 10 milyor dolar borcum olsun


Kesin kredi kartı olduğunu düşündüğüm okur, güzide okur, can okur, canan okur, kurtul ondan. Bak bu uyarı zırt pırt yapılır, mütemadiyen mağdurların, mağduriyet nedenlerinin kendisi olduğu hissettirilir. "Çok harcamışın, gereksiz harcamışın, ihtiyacın dışında kullanmışın" derler, derler de sen onlara inanma okur.

Zira banka sahiplerinin ve bankalarla işi danışmanları yoluyla halledilenlerin tekerlemesidir bu " Aslında düzgün kullanırsan çok yararlı bişey, ihtiyaç bi yerde, e lazım bu devirde, kart olmassa olmaz..... bıdı bıdı bıdı " lafları. Bu tekerlemeyi uzattıkça uzatabilirsin. Ama bak bir daha söylüyorum bunlara aldanma. Burada yapılmak istenen, tüm hiyerarşik sistemlerde olduğu gibi yaptığın iyi bir b.ka yararsa üstünün, eğer yaramaz da zarar getirirse senin marifetindir. Fekat katır yüküyle faiz alan ve herşeyin kartla yapılmasının altyapısını ve manifestosunu hazırlayan bankalar (burada ayırım yapmaksızın tüm bankalardan bahsediyorum-hak geçmesin öbür tarafta hesabını sorarlar adama) ve buna çanak tutan küçük burjuva, açıkgöz esnafın "azıcık fazla" para kazanma hırsı hiç bir zaman suçlu bulunmaz.

Klişelerden gitmek bazen konuyu daha anlaşılır yapabilir.

Söyleyeceğim ve seninde "öfff yine aynı edebiyat" diye serzenişte bulunacağın cümlelerin girişini yaptım az önce beklediğin gibi. Şimdi bak dost meclisindeyiz eğri oturup doğru konuşalım. Bu kadar pahalı bir hayatta ve düşük maaşla hatta maaşsız bir haldeyken hayatını idame ettirmek için( ki intihar acaip pis günah sayılıyor söyliyim. eğer öyle birşey düşünüyosan bu hayatta yakanı bırakmayan serbest piyasa ekonomisi öbür tarafta kabir azabına dönüşüyor, sonra huzurda ben bilmiyodum klasiklerini okuma öyle bir yer değildir orası, bakmazlar gözünün yaşına tokatlarlar ağzını açamazsın) nasıl bir ekonomik sistem planı kurabilirsin. Bu kadar zam bu kadar pahalılık ve bu kadar alternatif ürün arasında ne yapacağını bilemeyek hale getirilirsin. Alsan bir türlüdür, almasan bir türlü, zira alabildiklerin çerçevesinde seni değerlendiren bir toplum oluşturulmuştur. Sana ters ters bakarlar iş istemeye gidersin üstün başın iyi olmadığı için geri çevrilirsin en basitinden. Senin neden o durumda olduğun ne işvereni ne devleti ilgilendirir, ama devletten hep iş mi yok git çalış uyarısını duyarsın. Bu arada belirtmek gerekir ki yasaları ve yayın organlarını kontrol eden herşeye kadirdir. Bu kapsamda ileride dilencilik bile yasal bir sektör haline getirilip istihdam sağlama yoluna gidilebilir. Zira devletin açıkladığı işsizlik oranlarındaki azalma bundan kaynaklanmaktadır. Neredeyse hırsızlığı bile "iş" olarak nitelendirip işsizlik azaldı diye ahkam kesiyorlar. Bu kadir olma durumu, bu gibi aktiviteleri de iş kapsamı altına alıp sana sunarlarsa şaşırma. Dikkat et birşeylerin anlamının ne kadar değiştiğine o zaman anlarsın ne denmek istendiğini.

Kuş yemi kadar maaşla yapabildiklerin sınırlı ama senden beklenen hizmet sınırsızdır. Çok büyük bir oyunun içindesin sevgili okur. Ben ayrı mı, hayır bende bile bile oynuyorum. Vakti zamanında sakallı bir adam kapitalizm demiş buna.

Sevgili okur bankaların yararlanığı budur aslında. Bak bir daha söylüyorum adamlar oturup çaresizliği nasıl umutsuzluğa dönüştürürüz diye planlar yapıyorlar. Senin sıkıntılarını nasıl nakite dönüştereceklerini planlıyorlar geceleri sen uyurken.

Düşünülen şey aslında senin kartını lazım oldukça kullanman değil, bu kadar kalabalık bir görsellik içinde farkında olmadan kullanmanı sağlamaktır. Çakal gibi bekler bunlar, karasinekler gibi avuçlarını sıvazlayıp kafalarına sürerek "aha kullanıyo walla kullanıyo dayan faize dayan dayan " diye beklerler.

Velhasılıkelam (imla hataları olabilir-dilin değişmesini, yarar ve zararlarını sonra paylaşırız) bunun büyük bir tuzak olduğu aşikardır. Bir yandan tüketim malları son derece hızlı ve gereksiz bir şekilde piyasaya sürülürken, bir yandan da bunlara ulaş(tır)manın kısa yolları ortaya çıkarılır. En hızlı ve hesapsız ve düşünmeden nasıl elde edilebileceği hesaplanır. Bir mal reklamı bir kart reklamı yayınlanır televizyonda dikkat et. "Malı gör, hen kartınla git al" bilinç altına yerleştirilir. Tüketici bu gereksiz malları tükettikçe yenileri için bahane yaratılır. Yeni ıvır zıvıra ulaşım için bankalar daha yeni düzenbazlıklar ortaya çıkarır ve bu paradox böyle sürer gider. Yurta mı tavuktan yoksa tavuk mu yumurtadan olayı yaratılırki olayın muhattabını bulamayasın.

Biraz fazla uzadı gibi ama olsun, olmalı bazen böyle. Biraz da karışık oldu gibi ama, olsun olmalı bazen böyle.

Hemen gidip kredi kartını iptal ettir sevgili okur. Vakti zamanında böyle diyenleri varlık düşmanı diye eleştirmişlerdi bazı valık sahipleri ve onları yalayanlar. Olsun. Samimiyetime güven zira başına birşey gelsin istemem, severim seni. Şurda muhabbetimiz var bak, yüz yüze bakıyoruz. Bak daha ilerde daha çok görşcez, sen ararsın ben ararım, kız alır veririz muhabbetimiz sürer daha. Dediklerimi yabana atma.....(ileride bu konuya döneceğim, daha derli toplu bir biçimde. şimdi sinirliyim, evet yaram var da ondan yazdım böyle, yaran olsun sende yaz)
 
Related Posts with Thumbnails
© 2009 - Bir İnsanı Sevmekle Başlar Herşey.. | Free Blogger Template designed by Choen

Home | Top