Duvarları yıkmak aklınız, fikriniz ne yönde olursa olsun, insana acayip bir enerji, çoşku, bir zafer duygusu verir. İster istemez kafalardaki simgeleri de yıkmış olursunuz. Görünen her ne olursa olsun herkez o duvara vurduğu darbeyle, kendi duvarını yıkar.
Bu sıralar, soğuk savaş döneminin simgelerinden birisi olan ünlü Berlin Duvarı'nın yıkılışının 20. yıldönümü kutlanıyor. Bozuk televizyonumuzdan hatırladığım görüntülere benzer görüntüler, temsili olarak aynı çoşkuyla yaşandı. Vakti zamanının soğuk savaşın soğuk liderleri de katıldılar bu temsile. Korkunun diktiği bu duvarı beraber yıktılar.
Buzdağının görünen kısmı her zamanki gibi çok romantik. Bu duvarların yapılması ve yıkılması hiç bir zaman halkların isteği olmamıştır. Görünenin aksine. Bu her zaman liderlerin kibirlerinin sonucu olmuştur. Herkez kendi iktidarını korumak adına "haklarını" kafeslere kapatmıştır. Şunu öğrendim ki bir çok kişi bu duvarın yıkılmasından pişman.
Halkların bu senaryoda ki tek rolleri ekonomik değerleri ve değerlendirilme kapasiteleridir. Klasik duygu durumları orada da yaşandı, akrabalarından dostlarından ayrıldılar, her iki tarafta kendi rejiminin baskısından kaçmaya çalıştı. Şimdi görülüyor ki keşke Doğu Almanya'dan kaçmasalarmış. Kapitalizm o kadar da güzel bir şey değilmiş. Ekonomi liberalleştiği zaman olan buymuş.
Kominist veya kapitalizmin savunucusu değilim hiç olmadım ama şunu biliyorum ki halklar istikrardan yanadır her zaman. Sistemlerinin değişmesi hoş görülmez her ne kadar baskıcı olsa da. Bu baskıya alışınca insan evladı değiştirmek istemez bunu. Yeni alışkanlıklar edinmek istemez. Evet, özenir komşusuna ama komşusu gibi olmak zor gelir.
İki sistemi karşılaştırdığınız zaman kominizmin istikrarı tartışılmaz. Evet, kısıtlı bir ekonominiz vardır, özgürlükleriniz devletin izin verdiği oranda kalır her zaman, her türlü propagandanın esiri olursunuz ama önemli olan kısmı, bunlar değişmez. Sağlanan imkanlarda değişiklik yoktur, olsa bile bu değişim kitlesel olması bakımından adildir. Haksızlığa yer verilmez. Herkez devlet karşısında, tabii ki vatandaş olarak, eşittir. Toplu bir haksızlık ve toplu bir eşitlik vardır. Eğitiminiz, sağlığınız, kültürünüz eşittir.(yoğun kontrol bunu gerektirir) Değerinizi, devlet ideolojisine bağlılığınız kanıtlar. (Bu bağlılık aynı zamanda, yanında bir çok ikiyüzlülüğü de getirir katılıyorum)
Gelelim Batı Almanya'ya, kapitlist bir ekonomi, devlet düzeni. Burada değişen nedir? Burada devletin baskısı artık tamamen ekonomik olmaya başlar. Artık devletin izin vermesi gibi bir şey yoktur. Devlet sistemi tamamen ekonomi üzerine kuruludur. Özgürlükleriniz artık ekonominizin elverdiği ölçüdedir. Şuan bizimde içinde bulunduğumuz durum gibi. Devlet "mal" gözüyle bakmaya başlar, değeriniz ne kadar para ettiğine ve özgürlüğünüz ne kadar ucuza maledildiğine bağlıdır. Devamlı kazancı hedefleyen bu sistem, tamamıyla değişkendir. Alışmak veya barınmak söz konusu olmamaya başlar. Değriniz devlet standartlarına göre belirlenir. Doğal olarak kimse eşit değildir, hiçbir konuda. Eğitiminiz ve sağlığınız ne kadar varlıklı olduğunuzla alakalıdır. Gelişmişliğiniz devletin umrunda değildir. Para etmediği sürece.
Kominizmdeki bir avuç adamın idealinin esiri olmak, kapitalizmde aynı bir avuç adamın kölesi olmaya döner. Kominizmdeki iktidar propagandası, kapitalizmde tüketim propagandasına döner. İlkinde devlet düzeni üzerinizde baskı kurarken, ikincisinde ekonomik düzen baskı kurmaya başlar. Söylevler değişir.
Aynı zamanda kapitalizmin en büyük oyunlarından birisidir, özgür olduğunuzu düşünmenizi sağlamak.
Devamlı tüketime zorlanan, özgür olduğunu sanan ve bir çok imkandan eşit olmayan bir şekilde yararlanan, en ufak bir bollukta komşusunu gömen, açlıkta da kimse yanında olmadığı için şikayet eden bir toplum olmak mı, yoksa komşusuyla aynı kaderi paylaşan, sağlanan imkanlardan herkezle eşit oranda yararlanan, izin verilen ölçüde özgür olan, aç bırakılmayan ama söz söylemesi de yasaklanan bir toplum olmak mı? Mesele budur.
Çoğu toplumun umrunda da değildir aslında bunlar. Sadece barınmak ve beslemek yeterlidir. Burada da devreye istikrar girer. Karşılaştırmayı siz yapın.
Duvar yıkıldı evet ama şu an, dikildiği zamandan daha çok insan kaldı altında. Duvarın üstünde olduğunu sanarak, sandırılarak.
Bu sıralar, soğuk savaş döneminin simgelerinden birisi olan ünlü Berlin Duvarı'nın yıkılışının 20. yıldönümü kutlanıyor. Bozuk televizyonumuzdan hatırladığım görüntülere benzer görüntüler, temsili olarak aynı çoşkuyla yaşandı. Vakti zamanının soğuk savaşın soğuk liderleri de katıldılar bu temsile. Korkunun diktiği bu duvarı beraber yıktılar.
Buzdağının görünen kısmı her zamanki gibi çok romantik. Bu duvarların yapılması ve yıkılması hiç bir zaman halkların isteği olmamıştır. Görünenin aksine. Bu her zaman liderlerin kibirlerinin sonucu olmuştur. Herkez kendi iktidarını korumak adına "haklarını" kafeslere kapatmıştır. Şunu öğrendim ki bir çok kişi bu duvarın yıkılmasından pişman.
Halkların bu senaryoda ki tek rolleri ekonomik değerleri ve değerlendirilme kapasiteleridir. Klasik duygu durumları orada da yaşandı, akrabalarından dostlarından ayrıldılar, her iki tarafta kendi rejiminin baskısından kaçmaya çalıştı. Şimdi görülüyor ki keşke Doğu Almanya'dan kaçmasalarmış. Kapitalizm o kadar da güzel bir şey değilmiş. Ekonomi liberalleştiği zaman olan buymuş.
Kominist veya kapitalizmin savunucusu değilim hiç olmadım ama şunu biliyorum ki halklar istikrardan yanadır her zaman. Sistemlerinin değişmesi hoş görülmez her ne kadar baskıcı olsa da. Bu baskıya alışınca insan evladı değiştirmek istemez bunu. Yeni alışkanlıklar edinmek istemez. Evet, özenir komşusuna ama komşusu gibi olmak zor gelir.
İki sistemi karşılaştırdığınız zaman kominizmin istikrarı tartışılmaz. Evet, kısıtlı bir ekonominiz vardır, özgürlükleriniz devletin izin verdiği oranda kalır her zaman, her türlü propagandanın esiri olursunuz ama önemli olan kısmı, bunlar değişmez. Sağlanan imkanlarda değişiklik yoktur, olsa bile bu değişim kitlesel olması bakımından adildir. Haksızlığa yer verilmez. Herkez devlet karşısında, tabii ki vatandaş olarak, eşittir. Toplu bir haksızlık ve toplu bir eşitlik vardır. Eğitiminiz, sağlığınız, kültürünüz eşittir.(yoğun kontrol bunu gerektirir) Değerinizi, devlet ideolojisine bağlılığınız kanıtlar. (Bu bağlılık aynı zamanda, yanında bir çok ikiyüzlülüğü de getirir katılıyorum)
Gelelim Batı Almanya'ya, kapitlist bir ekonomi, devlet düzeni. Burada değişen nedir? Burada devletin baskısı artık tamamen ekonomik olmaya başlar. Artık devletin izin vermesi gibi bir şey yoktur. Devlet sistemi tamamen ekonomi üzerine kuruludur. Özgürlükleriniz artık ekonominizin elverdiği ölçüdedir. Şuan bizimde içinde bulunduğumuz durum gibi. Devlet "mal" gözüyle bakmaya başlar, değeriniz ne kadar para ettiğine ve özgürlüğünüz ne kadar ucuza maledildiğine bağlıdır. Devamlı kazancı hedefleyen bu sistem, tamamıyla değişkendir. Alışmak veya barınmak söz konusu olmamaya başlar. Değriniz devlet standartlarına göre belirlenir. Doğal olarak kimse eşit değildir, hiçbir konuda. Eğitiminiz ve sağlığınız ne kadar varlıklı olduğunuzla alakalıdır. Gelişmişliğiniz devletin umrunda değildir. Para etmediği sürece.
Kominizmdeki bir avuç adamın idealinin esiri olmak, kapitalizmde aynı bir avuç adamın kölesi olmaya döner. Kominizmdeki iktidar propagandası, kapitalizmde tüketim propagandasına döner. İlkinde devlet düzeni üzerinizde baskı kurarken, ikincisinde ekonomik düzen baskı kurmaya başlar. Söylevler değişir.
Aynı zamanda kapitalizmin en büyük oyunlarından birisidir, özgür olduğunuzu düşünmenizi sağlamak.
Devamlı tüketime zorlanan, özgür olduğunu sanan ve bir çok imkandan eşit olmayan bir şekilde yararlanan, en ufak bir bollukta komşusunu gömen, açlıkta da kimse yanında olmadığı için şikayet eden bir toplum olmak mı, yoksa komşusuyla aynı kaderi paylaşan, sağlanan imkanlardan herkezle eşit oranda yararlanan, izin verilen ölçüde özgür olan, aç bırakılmayan ama söz söylemesi de yasaklanan bir toplum olmak mı? Mesele budur.
Çoğu toplumun umrunda da değildir aslında bunlar. Sadece barınmak ve beslemek yeterlidir. Burada da devreye istikrar girer. Karşılaştırmayı siz yapın.
Duvar yıkıldı evet ama şu an, dikildiği zamandan daha çok insan kaldı altında. Duvarın üstünde olduğunu sanarak, sandırılarak.
1 kere laf edildi:
harika bir yazı olmuş.özellikle kapitalizmin tüketim ,komünizmin iktidar baskısıyla benzer oldukarı ve en nihayetinde ''özgürlük''lerin aslında sistemlere hizmet için takılmış olan zincirin uzunluk mesafesinden başka bi şey olmadığı(kimi dönemde kısalır kimi dönemde uzuar ama o zincir hep oradadır) açık ve net olarak görülmekte.en azından zincirlerin halatlara dönüşmesi dileğiyle.....!!
Yorum Gönder